Bu yaz ilk kez 25 Temmuz tarihinde Büyükada’da yer alan Kamino Yelken’de kanoya adımımı attım ve her şey o gün başladı. Son 2 aydır düzenli ağırlık antrenmanı yapmama rağmen kanoyla bir yerden bir yere gitmek epey zordu. İlk olarak kulübün önünde hızlıca öğrendiğim şeyleri uygulamaya başladım. Diğer sporlarda olduğu gibi üzerinde olduğunuz şeyin tepkilerini anlamaya çalışıyorsunuz başta. Yani bir nevi o araçla tanışıyorsunuz aslında. Belli ki bizim tanışmamız iyi geçmiş ve ben kendimi her hafta sonu suda bulmaya başladım. Başta kulüp önünde gidip gelmesi toplam bir kilometre olan minik rotada çalıştım. O zaman bu mesafenin neredeyse üst limitim olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.
Sonra ne olduysa kendimi yakındaki plajın önüne kadar gidip dönmek isterken buldum. Yani ilk kez hedef büyütüyordum farkında olmadan. Gitmek istediğim yer ilk rotamın tam tersinde ve akşamüstü saatlerde genelde rüzgârın estiği yönde yer alıyordu. Dolayısıyla dönüş bir tık daha zor oluyordu. 750 metre mesafede yer alan plaja gidip geldiğimde herhangi bir plaj olsa dahi yeni bir yer gördüğüm için epey mutlu olmuştum.
Bir hafta sonra bir sabah kürek çekmeye başladım ve kendimi Büyükada’dan Heybeliada’ya doğru giderken buldum. Plansız olması çok iyi oldu çünkü üzerine düşünmeye fırsat bulamadığım için kendime güvenim konusunda hiç tereddüttüm yoktu. 23 dakikada 6 kilometre kürek çekerek Heybeliada’ya ulaştım. 29 dakikalık bir dönüşle turu tamamladım.
İlk başlangıçtan yaklaşık 1 ay kadar sonra (Sadece hafta sonları suda geçirerek) toplam 7.5 kilometrelik kürek çekerek Kireçburnu’na ulaştım. Karşımda iki farklı ada duruyordu. Sağ tarafta uzakta duran adanın ne olduğunu bile bilmiyordum, herhalde Sedef Adası diye düşündüm. Halbuki Sedef Adası Kireçburnu’nu geçince mesafeden dolayı büyükçe görünüyor. Sağ tarafımda kalan adanın Neandros Adası (Tavşan Adası) olduğunu öğreniyorum. Yeni hedefim tam karşımda, orada duruyor.
Sonraki hafta boyunca kafamın arka planında Büyükada’dan Neandros’a gitmenin planını yapıyorum. Tek başıma olacağım için olası problemleri ve önlemleri düşünüyorum. Havayı ve rüzgârı takip ediyorum. 22 Ağustos sabah kalktığımda hiçbir engel yok, planladığım gibi hareket etmeye başlıyorum. Kanonun yanına vardığımda hiç tereddüt etmeden suya iniyorum ve gitmeye hazırım.
Adaya yaklaştığımda kürek çekmeyi bırakıyorum. Etrafımda hiçbir ses yok, alabildiğine sessizlik. Fotoğraf çekmek için telefonumu çıkarıyorum.
Arkamdan bir ses geliyor bir anda. Şaşkınlıktan ne olduğunu anlamaya çalışıyorum. Tekrar kuvvetli bir ses geliyor, balinanın su çıkarmasına benzer bir ses. Hiçbir şey duymamam lazım! Ne olabilir diye saliseler içinde düşünüyorum. Fok seçeneği geliyor aklıma. Zamanında Neandros Adası’nda görüldüğünü okumuştum. Fok seçeneği, ne yapacağını kestiremediğim için beni biraz panikletiyor. Kanoyu arkama doğru çevirip bekliyorum ve yunus olduğunu anlıyorum. Bir nevi ilk karşılamayı bu arkadaş yapıyor. Sonrasında martılar ve karabataklar…
Adada hiçbir insan olmaması gerçekten çok güzel bir his. Adada deniz lavantası, incir ağaçları ve alabildiğine uzanan kaktüs tarlaları var. Adada yaşayan herhangi bir kara hayvanı göremedim. Adada ayrıca deprem ölçüm istasyon kulesi var. Duyduğuma göre adanın çok yakınından veya altından geçen bir fay hattı varmış. Ve okuduğuma göre burada bir manastır harabesi varmış ancak muhtemelen bitkiler kapladığı için görme şansım olmadı. Bizans zamanında burada insanlar olduğunu hayal etmek ise insanı tarifi zor duygulara sürüklüyor.
Toplam 10 kilometre kürek çekerek tamamladığım bu rotayı 1 hafta sonra tekrar ettim, yani adaya tekrar gittim. 2. Neandros adası ziyaretimin ertesi günü toplam 15 kilometre, tam 3 saat kürek çekerek hem tam Büyükada turu yaptım hem de Sedef Adası’nı ziyaret ettim.
Hemen ertesi gün Heybaliada Çam Limanı Koyu’nı ziyaret ettim. Son gün ise 1 saat 50 dakikada 10 kilometre kürek çektim. Bu son yolculuk sırasında da 4 tane yunusla karşılaştım ve kendilerini videoya alma şansım oldu.
Paralelde düzenli ağırlık ve bisiklet antrenmanları hiç eksik olmadı. Aslında her sporda olduğu gibi bir kez daha nasıl zamanla ve emekle üstüne koyarak ilerleyebileceğimizi, kendimize güvendiğimiz sürece sınırlarımızın olmadığını tekrar hatırlamış oldum.
Yazıyı da ufak bir -gönül- reklamı ile bitireyim çünkü bende hakkı var. 2000 yılından beri yani 20 yıldır Quiksilver markasından giyiniyorum. 20 yıldır dolabımın %75’inden fazlası Quiksilver marka kıyafetlerden oluşuyor. Dolayısıyla nereye gidersem gideyim çok sevdiğim bu marka da benle beraber geliyor.
Ömer Tanrıkulu– XTEAM Üyesi